Müziğin Birleştiriciliği Yedi Cihanı Kapsıyor
12 kişilik orkestrayla, garmondan klarnete, kanundan bağlamaya, zurnadan neye birçok sesle, farklı dillerde söyledikleri ezgilerle sahnede etnik bir şölen sunan ‘Yedi Cihan Kadınları’, zengin tarihimizi, sınırlarımızda yeşeren kültürleri harmanlıyor. 4 kadın solistten oluşan grup, 30 Kasım’da Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirecekleri yeni projeleri ‘Üsküdar’daki Kadın Sultanlar’ konserini anlattı.
Farklı etnik kökenlerden gelen 4 kadından oluşan bir grupsunuz. Grubun hikâyesini anlatır mısınız?
Mehtap Demir: Grubumuzun adı repertuvar içeriği ve vermek istediğimiz mesajın bir göstergesi. Biz 600 yıllık bir imparatorluğun kültürel ve müzikal anlamda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ndeki modern temsilcileriyiz. Çok kültürlü bir yapıyla yoğrulmuş bir imparatorluktan bahsediyoruz. Coğrafi olarak da çok geniş. Bu nedenle de derler ki “Yedi cihana hükmetmiş bir imparatorluk.” Yedi cihan dedikleriyse yedi kıta. Biz o coğrafyanın halk şarkılarını söyleyen bir grubuz. Arapça’dan Süryanice’ye, Mezopotamya’daki Kürt lehçelerinden Balkan dillerine, Ahmet Yesevi’den bize miras kalan Türk kültürünün Anadolu’daki derinliklerine kadar, farklı kültürlerinden dini ve ırki olarak şarkılar söylüyoruz.
Farklı kökenlerden geliyor olmanız üretim aşamasında size nasıl bir katkı sağlıyor?
M.D.: Uzun yıllardır arkadaşız, birbirimizin yaptığı işleri biliyoruz. Neler yapabileceğimizi de bildiğimiz için Türkiye Cumhuriyeti’nde temsil yeteneği olan insanlar olduğumuzu düşünüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çok kültürlülüğüne inanıyoruz. Farklı kökenlerden gelmemiz ama sürekli bir arada olmamız, etle tırnak gibi aynı yaşam alanında yaşadığımız için müzik içeriğimiz de böyle oluşuyor.
Züleyha Ortak: Arkadaş olduğumuz için bir sıkıntı ya da tereddüt yaşamadık, yaşamıyoruz. Birbirimizin uyumunu biliyorduk. Kültürel olarak birbirimizden çok farklı gibi görünsek de, iç içe geçmiş olan bir toplumda büyüyen, yetişen bireyleriz. Farklı fikirlerle bir araya gelebiliyoruz. Etkileşim anlamında birbirimize çok büyük katkımız oluyor.
Grup üyelerini kültürel çeşitliliği açısından Türkiye’ye benzetebiliriz, öyle değil mi?
Z.O.: Evet, kesinlikle. Türkiye’nin fotoğrafıyız. M.D.: Bir araya geldiğimizde vermek istediğimiz bir mesaj var. İnsanlar zaten farklılıkların harmanlanmasını kendi yaşam köklerinde buluyor. Farklı yaşıyorlar, öyle görünüyorlar ama aynı havayı soluyup aynı suyu içip yemeği paylaşabiliyorlar. Biz sahnede bunu gördük. Farklıyız ama aynıyız işin özü. Aynı derken hoşgörü terimi değil, birbirlerini kabullenme söz konusu. Türkiye’nin kendi öz yapısı içerisinde, öz bir alaşım var, bu alaşımın renkleri var.
Z.O.: Aynı kökten beslenip çeşitlilik yaratıyorlar. Coğrafi olarak kültürel yaratımların en önemli öz kökü göç. Bu çok büyük bir örgü ağı oluşturuyor. Çok farklı olmadığımızı düşünüyoruz. Hoşgörü ve mozaik kelimelerinden hoşlanmıyoruz. Çünkü mozaik canlandırın gözünüzde, mozaiğin bir parçası düştüğü zaman orası boş kalır.
Duygu Başkan: Hoşgörü, aynı topraklarda yaşayan insanlar birbirlerine tahammül etmek zorundalarmış gibi algılanıyor. Kabul etmek ve özümsemek olarak algılanmalı.
Eda Karaytuğ: Doğal bir hoşgörü gerekiyor. Biz geçmişte sırt sırta oturan, hâlâ öyle olan insanlarız. Bu nedenle duygularımız dorukta çıkıyoruz sahneye, haykırıyoruz.‘